18 Kasım 2016 Cuma

Ümmiye Koçak'ın Sıradışı Hikayesi

Yıllardır ülkenin gündemi o kadar farklı ki bir sürü güzel olayı kaçırıyoruz. Bu da o tür hikayelerden biri. Ben maalesef yeni öğrendim, belki birçoğunuz biliyordu ama bilmeyen herkesin de öğrenmesini istiyorum. Kişisel gelişimimize katkısı olacak insanlardan biri olduğunu düşünüyorum. 

Ümmiye Koçak ilk bakışta klasik bir Anadolu kadını ama onu tanıdıkça azmin, aklın ve inancın vücut bulmuş hali. Adana'nın bir köyünde dünyaya gelmiş ve ülkemizde bir çok kadının başına geldiği gibi okuma fırsatı bulamamış. Maddi yetersizlik ya da ailevi gelenekler sebebiyle eğitim konusunda ilkokuldan ileriye gidememiş. Bu konuda hiç bir zaman ailesini suçlamamış, ancak kaderine razı olmak yerine bundan sonraki dönemde kendini yetiştirmeyi seçmiş. Bir çok kitap okumuş, öykü yazmış. Hem de bunları iki çocuk büyütürken, başında başörtüsü, üzerinde basma eteği tarlada çalışırken yapmış. Ne maddi yetersizlikler, ne imkansızlıklar ne de başka olumsuzluklar onu inandığı yoldan çıkartamamış.

Hayatının buraya kadar olan bölümü dahi takdire şayan iken, bundan sonrası adeta bir peri masalı gibi. Çünkü bu noktadan sonra bireysel gelişimi bir adım öteye taşıyarak köyün kadınlarını örgütlemeye başlamış. Ve köy kadınlarından bir tiyatro ekibi oluşturmuş. Bunu ilk okuduğumda bir süre algılamakta zorluk çektim. Günümüzde on binlerce okumuş akil(!) insan dururken, sadece ilkokul eğitimi görmüş bir köy kadını nasıl bu kadar vizyon sahibi olabilirdi. Gözlerim dolmaya başlamıştı zaten bu noktada. 


Eli öpülesi Ümmiye Teyzem bununla da kalmayıp oyunlar sahnelemeye başlamış ekibi ile birlikte. Önce  hazır birkaç hazır senaryoyu oynadıktan sonra, kendisinin yazdığı "Kadının Feryadı" adlı oyunu sahneye koymuşlar. Ama ilk defa bir festivalde, Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festival'inde "Hasret Çiçekleri" adlı oyunu ile sahne almış. Toplamda yedi adet oyun yazmış. Hiç birini izlememiş olsak da isimlerinden Anadolu kadınının hikayelerinin anlatıldığını anlayabiliyoruz. 

Her seferinde bir adım ileriye giden, çıtayı biraz daha yükselten Ümmiye Koçak uzun metraj bir film de çekmiş. Kadına şiddeti konu alan filmin adı "Yün Bebek". 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde galası yapılan bu film, New York'ta düzenlenen Avrasya Film Festivalinde de gösterilmiş. New York'ta Sinemada en iyi Avrasyalı kadın ödülünü de bu film sayesinde kazanmayı başarmış. Birde Sabancı Vakfı tarafından düzenlenen "Fark Yaratanlar" programında "Afife Jale'nin Ruhunu Taşıyan Kadın" unvanına layık görülmüş. Sonuna kadar hak ettiği konusunda kimsenin bir şüphesi yoktur sanırım. 



Hikayenin sonunda burnumu çekip dolan gözlerimi sildiğim doğrudur. Bu
hikayede atladığım bölümler ya da anlatılmamış kısımlar olabilir.  Buna rağmen takdire şayan bir başarı öyküsü. Bizim gibi şehirde büyümüş, bütün olanaklardan faydalanmış, yediği önünde yemediği arkasında olan kişiler için, Yeşilçam Hikaye'si gibi acıklı başlayıp mutlu biten bir filmden farkı yok bunun. Tam ümidimi keseceğim anlarda bu tip hikayeler ile karşılaşıyorum ve kendime "İşte benim insanım bu, hala bir umut var" diyorum. Hemen ardından, vazgeçmek yerine azmeden ve başaran bu insanları gördükçe, bir çırpıda teslim olduğum, hemen kabullendiğim zamanları hatırlıyor ve utanıyorum. Kadehimi Ümmiye Teyzelere kaldırıyorum, siz çok yaşayın emi, çok yaşayın...

7 Kasım 2016 Pazartesi

İfade Özgürlüğü Hakkında

 İfade özgürlüğünün en çok konu edildiği ve tartışıldığı ülkelerden birinde yaşıyoruz. Bu kadar tartışmanın olduğu yerde ifade özgürlüğünün aslında neyi ifade ettiğini ya da ne gibi kazanımlar getirdiği konusunda bilgisiz olduğumuzu düşünüyorum. 

Düşünme zihinsel bir süreç, "İfade" ise onun bir ürünüdür. Düşüncenin özünde değer yargıları, toplumsal görgü ve gelenekler, eğitim seviyesi vb. değişkenler bulundurur.


İfade özgürlüğü birçok ülke ve topluluğun yasalarında güvence altına alınmıştır. 

Mesela Avrupa birliği şu şekilde bir madde ile korumuştur bu özgürlüğü;
  • "Herkesin ifade özgürlüğü vardır. Bu hak; insanların fikirlere sahip olma ve bilgiyi halk otoritesi olmadan, sınırsızca alma ve verme hakkını tanır."
Ülkemizdeki anayasalarda ifade özgürlüğünün tanımı ise şu şekilde yapılmıştır;
  • "Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir."
  • "Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."
Tabi ki ifade özgürlüğü, kimsenin kişisel hak ve özgürlüklerinin sorgulanması ya da aşağılanması şeklinde olamaz. Bir kişiye hakaret etmek, iftira atmak, özel yaşamı hakkında toplumu ilgilendirmeyen şeyler söylemek gibi fikri niteliği olmayan şeyler, ifade özgürlüğünün korumasından faydalanamaz. Ülke çıkarlarını kötü yönde etkileyecek ifade biçimleri de herhangi bir korumaya sahip olamaz. Şiddete teşvik eden, onu öven ve hatta şiddete davet eden düşünceler, asla ve asla ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Bunlar kendi içerisinde yasal suç olarak değerlendirilir. 

Baktığınız zaman çok güzel açıklanmış gibi görünüyor. Tabi iş sadece bu maddeler ile bitmiyor. Özellikle ülkemizde bu maddelere ek olarak, daha bir çok kanun maddesi bulunuyor ve bunlar bazı konularda birbiriyle çelişiyor. Bu gibi durumlarda ise hemen şu cümle imdadımıza yetişiyor "Uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir". İşte bu cümle görüldüğü anda özgürlük kelimesi tamamen anlamını yitiriyor. Anayasada var olan bir maddenin uygulanma şekli çıkarılmış ya da çıkarılacak kanunlara göre yapılıyor. O kanunu çıkaran kişinin keyfine göre, usuller değiştirilebiliyor, kanunlar düzenlenebiliyor. 

Gel gelelim asıl sıkıntı ise düşüncemizi paylaştığımız platformlar ile ilgili oluyor. Kanunda var olan özgürlük hakkımız, bu özgürlüğü yaşayabileceğimiz alanların kapatılması, engellenmesi gibi eylemlerle tamamen anlamsız hale getirilebiliyor. Toplanma, yürüyüş, bildiri gibi enstrümanlar kullandırılmıyor. Aynı mantıkla haber alma hakkı da engelleniyor. Bu mecralara da uydurma sebepler ile el koyma, kapatma veya sansür gibi baskılar uygulanıyor. Düşüncesini dile getirecek hiç bir mecra bulamayan insanlar ise normal olarak özgürlüklerinin kısıtlandığını hatta tamamen ellerinden alındığını düşünüyorlar. Dolaylı yoldan kısıtlanan bu ifade özgürlüğü toplum içerisinde ayrışmaya ve çatışmaya yol açıyor. Çünkü bir düşünceyi savunanlar ifade özgürlüğüne sahipken, Diğerleri bu haktan mahrum bırakılıyor.

İfade özgürlüğünün ne demek olduğunu ve nasıl kısıtlandığını anladık. Peki ifade özgürlüğünün ne gibi bir faydası var? Ülke tamamen tek ses olsa daha iyi olmaz mı? İfade özgürlüğünün ne gibi kazançları olduğuna bakalım bir de.

  • İfade özgürlüğü beraberinde karşıt görüşleri de ortaya çıkaracaktır. Fikirlerin serbestçe dile getirildiği bir toplumda kamusal meseleler hakkında sağlıklı fikir edinmek ve neyin kamunun iyiliğine olduğunu hep birlikte tespit etmek mümkün olacaktır. Bu sayede ilerlemeye açık, kendini geliştiren bir sistem kurulacaktır. Farklı fikirlerin olmadığı bir ortamda gelişimden söz etmek neredeyse imkansızdır. 
  • Yasaklamanın her zaman bir ters etkisi olacaktır. Fikirleri yasaklamak onların kaybolmasına sebep olmayacak aksine bu fikir yanlış bile olsa, yanlışlığı akılcı yollar ile kanıtlanmadığı sürece daha da güçlenecektir. Yani ifade özgürlüğü yanlış fikirlerin doğruya dönüşmesi için faydalıdır. 
  • İfade özgürlüğü toplumsal çatışmanın da önüne geçecektir. Medeni bir tartışma ortamı, insanların orta yolu bulmasında ya da farklılıklarını kabul ederek birbirlerine saygı duymaları konusunda faydalı olacaktır.
Sonuç olarak insanlar düşünme yeteneğini kaybetmediği sürece, ifade özgürlüğü ilerlemenin, gelişmenin ve toplumsal barışın anahtarı olacaktır. Bu özgürlüğün olmadığı toplumlar ise yerinde sayacaktır hatta daha da geriye gidecektir. İlerleyebildiğimiz günleri görebilmek dileğiyle...


3 Kasım 2016 Perşembe

Nokia Neden Battı?

Nokia CEO'su göz yaşları içerisinde "Biz hiç bir şeyi yanlış yapmadık" diyerek ağlamıştı, tam da Nokia Microsoft'a devir olduğu sırada. Ancak teknoloji o kadar hızlı gelişmişti ki ayak uyduramamıştı Nokia. Aslında ayak uyduramamak değilde, kendi kurdukları pazarın başka oyuncular tarafından farklı bir strateji ile yerle bir edilmesiydi. Şu an Microsoft tarafından Foxconn'a satılmış olan markanın değeri milyar dolarlardan milyon dolarlara kadar gerilemiş durumda.

Nokia'nın cep telefonu satış stratejisini bilmeyenler için kısaca şöyle açıklayabiliriz; "Minimum değişim ile maksimum kazanç". Her ay yeni bir model piyasaya sunan Nokia, ürünlerdeki geliştirmeyi ise buğday tanesi kadar yapıyordu. Çoğunlukla donanımsal değil kozmetik değişimler gerçekleşiyordu. Örneğin; 1MP kamerası olan modeli geliştirdiğini söyleyip 1,01MP lik kamera ile yeni modelini piyasaya sunuyordu. Ve hiç bir model bütün özellikleri bir arada iyi olarak sağlayamıyordu. Yani MP3 dinlemek isteyen farklı bir model, iyi fotoğraf çekmek isteyen farklı bir model almak zorunda kalıyordu. Sırf bu sebeple iki tane telefon alan insanlar oluyordu. Benim yaş gurubumda olan kişilerin en az bir adet Nokia modeli kullandığı dönemlerden bahsediyorum. Bu sayede Nokia ortalığın tozunu atıyordu o dönemlerde.



Tabi pazar çok büyüktü ve büyümeye de devam ediyordu. Rakipleri Samsung, Sony, Panasonic, Motorola gibi firmalar ise yeni teknoloji üretmeyip Nokia ne yapıyorsa onu takip ediyordu. İşin yazılım kısmında da Nokia çok ilerdeydi. Symbian işletim sistemi ile bugünkü "application" mantığının ortaya çıkmasına sebep olmuş bile olabilirler. 



Peki ne oldu? Nasıl oldu da bu kadar dev bir yapı kısa zaman içerisinde tamamen enkaza dönüşebildi? Cevap basit aslında; Steve Jobs ismindeki bir dahi, ihtiyacımız olan her şeyi tek bir sistem içerisine toplayarak Nokia'nın çöküşünün fitilini ateşlemiş oldu. Kullanıcılar yıllardır arzu ettikleri her şeyi yapan bir cihaza ulaşmışlardı en sonunda. Üstüne üstlük dokunmatik ekrana sahipti ve bu keşfedilecek heyecan verici yepyeni bir teknolojiydi. Sonrasında ise Apple harika bir strateji belirledi. Onlarca yeni model yerine tek bir modelin her yıl geliştirilmiş versiyonlarını sunmaktı bu plan. Iphone 2G ile 5S arasındaki gelişim hakikaten takdir edilecek durumdaydı.


Bu süre zarfında Nokia, önce her zamanki stratejisine devam etmeye çalıştı. Bu stratejinin yürümeyeceğini fark etmeleri dahi çok uzun sürdü. Samsung, Sony gibi rakipler daha çabuk ayak uydurdu ama onlar bile geç kaldı. Akıllı telefon denen dokunmatik ve her opsiyonu en yüksek derecede içinde barındıran cihazlar peynir ekmek gibi satılırken, klasik cep telefonu kullanıcıları yavaş yavaş azaldı ve sonunda o telefonlar ananelerin babaannelerin eline düştü. Çaresizce Microsoft'un eline düşen Nokia, kendisi gibi mobil pazarda kaybeden bu partner ile iyice çöktü. Yakın zaman da tarihin tozlu yaprakları arasında yerini alacağına ise kesin gözüyle bakılmakta.

En başa dönecek olursak, CEO demişti ki "Biz hiç bir şeyi yanlış yapmadık". Aslında ilk başlarda harika ilerleyen sistemi, para hırsı ile uçuruma sürüklediler. Bütün ipler ellerinde olduğu için kullanıcıları aptal yerine koydular. Kimseyi kandırmadılar tabi. Dünya Kapitalist bir düzende döndüğü için daha iyisi çıkana kadar hep yeni Nokia'yı aldık. Ama tüketici hiç bir zaman sadık değildir. Daha iyisini daha ucuza buldukları anda onu satın almak konusunda bir dakika bile düşünmezler. Kullanım alışkanlıkları çabuk değişir. Zaten insan en kötüsüne bile hemen adapte olabilirken daha iyisine neden alışmasın ki. İşte bu sebeple, batmayacak bir Titanic ürettiğini sanan Nokia, Titanic kadar çabuk olmasa da aynı şekilde yavaş yavaş suyun dibini boyladı.


Şu an baktığımız zaman Apple'da aynı hataya düşmeye başladı. 5S sonrasında hatırı sayılır bir gelişme görülmezken fiyat konusunda da hiç bir değişim olmuyor. Akıllı telefon üreticileri halen Apple'ı takip ediyor. Birisi çıkıp piyasanın taleplerine yanıt verebilecek farklı bir teknoloji sunduğu anda yeni bir döneme gireceğimize eminim.

Sonuç olarak bu hikaye çok basitçe şunu anlatıyor; Asla "ben "oldum"" deme, her zaman gelişmeye devam et ve seni sevenleri, sana inananları aptal yerine koyma. Teknolojide ve ticarette bunu başarabilenler ayakta kalmaya devam edecek. Aslına bakarsanız bu düşünce tarzını kendimize düstur edinmemiz, bu dünyadaki varlığımızı sürdürmemiz için olmazsa olmazdır. Yarın kim bilir neler öğreneceğiz, kim bilir hangi konuda kendimizi geliştireceğiz asla tahmin bile edemeyiz. Tahmin edebileceğimiz tek şey, gelişimi ve değişimi kabul etmeyenlerin her zaman geride kalacağı. Ön saflarda görüşmek üzere...